19 Eylül 2009 Cumartesi

“Bugün Bayram Erken kalkın çocuklar
Giyelim en güzel giysileri
Elimizde taze kır çiçekleri
Üzmeyelim bugün annemizi”…
Barış Manço

Bir zamanlar bu sözler yankılanırdı her evde sonra sırayla uyanır kahvaltıya geçerdik neşe içinde uzun saatlere yayılarak yapılan kahvaltı sonrası giyinme ve misafir bekleme bunların hepsi ayrı bir törendi bir zamanlar.Ne zaman değiştik neden değiştik bilmem ama önce şarkılar sustu sonrası neşe içinde yapılan kahvaltılar.Olan inadına geleneği yaşatmaya çalışanlara oldu bende bunların arasındayım artık…

Bu bayram planım belliydi aslında ne yapıp ne edip yine Barış Ağabey’in sesiyle uyandıracaktım bizimkileri…Oysa şimdi devir öyle bir değişti ki artık şarkıya gerek kalmadı zamanla yarışır bir şekilde bir şeyler atıştırıp yollara dökülme vakti zaman.Dedim ya ne zaman değişti ne değişti bilmiyorum ama bizler büyüdük sanırım.Büyüdükçe bayramlarımızın tadı kaçtı bizler erkenden yollarda yaşadığımız şehirden kaçarken bulduk kendimizi başlarda büyük olmayınca böyle oluyor galiba.Yoksa biliyorum hala var reklamlarda ki gibi geniş aileler.Anneanne babaanne dede büyükbaba gibi aile büyükleri olan evler.Eğer onlardan birindeyseniz gelin bu bayram hiç söylenmeden yapın büyüklerinize ziyaretlerinizi inanın onları kaybettiğiniz zaman çok arıyorsunuz bu günlerinizi.Kendimden biliyorum çünkü önce dedemi sonra ananemi kaybettik ve bir daha hiçbir bayram şöyle topluca bayram tadında geçmedi.İlk o zaman anladım her şey bizler küçükken idi…

En son bayramları iki sene önce yeniden sevmeye başlamıştım benim gibi olan küçüklüğümden çıkıp gelen bir parçam sevdirmişti bana bayramları yeniden.Şimdi o bile gitti gitme diyemeden bakakaldım arkasından.İşte o günden beri geçmişi özler oldum ve yollarda buldum kendimi belki olurda geçmişimin bir parçasını bulurum diye.Son bir ümit bayram sabahı kahvaltılarına tutunmuştum ki onlarda yok artık…Bilmezler ki bu bayram en çok o kahvaltıyı özleyeceğim.Birer birer yitirilen değerlere inat nice bayramlara efendim.Bayramınız güzel geçsin hepinizin…

16 Eylül 2009 Çarşamba

BİR KATİLİN TESLİM OLUŞU

Aslında bu konu hakkında hiç yazmayacaktım geçen onca zaman yazmamak için çok zor tuttum kendimi ve hep bekle dedim hayırlısıyla önce bir yakalansın sonra yazarsın.Bekledim günler geçerken haberleri her açtığımda aynı haber ve bir değişiklik olmamasına binlerce kez kahrolarak bekledim.Sonunda birileri insanlıktan çıkmış ülkemde bak hala vicdan sahibi insanlar var dedirtti ve Münevver Karabulut’un katili Cem Garipoğlu geçen 197günün ardından polisin ve adaletin elinde.Bunun için sayın İstanbul Emniyet müdürü Hüseyin Çapkın görev yapan tüm meslektaşlarını kutladı ama ben gayet bilincim yerinde bir şekilde Cem’i ve ailesini kutlamak istiyorum.Kafalarında ne gibi planlar var bilmiyorum ama yinede teşekkür edilmesi gereken onlar asıl.Farkındaysanız Cem yakalanmadı zaten ailesi tarafından teslim edildi gönül tabi ki bu satırlarda polisimizi kutlamak isterdi ama yapmayacağım bunu çünkü bu yakalanışta onların bir payı varsa ailenin on payı vardır…

Olan oldu yakalandı yada teslim edildi huzura kavuştuk mu acaba…Benim hala vicdanım rahat değil bu konuda bundan sonra ne olacağını düşündükçe o konu da ki olasılıkları düşünmek vicdanımı rahatlatmıyor benim.Çünkü istenildiği kadar yakalanmıştır denilsin olayın aslı öyle değildir.Aile teslim etmiştir ve ben çok iyi biliyorum ki Cem en az cezayı alacaktır.Ailede para var malum sağlayabilir bunu.Kısacası bu yakalanış herkese yaradı İstanbul emniyeti imajını düzeltti(tabi yerseniz)aile ise Cem’i polise verip rahata erdi.En azından Münevver’in babası artık kanal kanal dolaşıp adalete teslim edin demekten vazgeçecektir.Böyle düşündüğüm için beni kınayabilirsiniz evet bende başlarda Münevver için üzülüyor ve Süreyya Karabulut için nede olsa baba işte canı yanıyor acısı büyük işte adamın diyordum ama ne zaman ki cinayet Seda bacımızın programına kadar düştü oralarda tartışılır olup ortaya para iddaaları atıldı o an olay inandırılıcılığını kaybetti artık.Bense artık medya yıldızı haline gelmiş baba Süreyya Karabulut’u gördükçe yalnızca giden Münevver’e üzülür oldum oda gideni geri getirmiyor zaten.

Evet isteyenler CemGarioğlu’nu polisimiz yakaladı yaşasın Türk polisi ve adalet diye sevinebilir haklılardır da kendilerince bense 197 günün sonunda polise teslim ettiği için ailesine teşekkür edecek kadar hissizleştim bu konuda…Yinede sevindiğim bir nokta var tabi oda insanlığımızı hızla kaybettiğimiz şu günlerde azda olsa geri kazanmamız bu olay sayesinde.Cem’in yakalanamayışı polisimizin başarısızlığından çok daha öte bir insanlık ayıbıydı çünkü bana göre ve şimdi bu ayıp azda olsa giderildi…

15 Eylül 2009 Salı

KISA YOL SAYIKLAMALARI

I
Bundan yaklaşık 4 ay önce odamdan son kez bahçemize bakıyorum.Geçmişimi doğduğum şehirde bırakıp yola çıkıyorum.Zannediyorum ki gittiğim şehirde hiç anmayacağım geçmişimi….Hayata dair kaçıncı yanılgım saymadım ama yine yanıldım işte.Hiç bir şeyi unutmamış olarak gidiyorum doğduğum şehre.Hayatımda başka biri aklımda başka biri ve doğduğum şehir.Gitmeyeceğim deyişimin ardından birkaç kez gittim elbet peki şimdiki neden canımı yakıyor.Bilmiyorum düşünmek istemiyorum da düşüne düşüne az evvel aklımın iplerini saldım çünkü….

II
Zaman geçiyor ve benim hazırlanmam lazım hem ruhen hem bedenen abartıyorsun diyor bir yanım haklı belki de abartıyor olabilirim…Kendime gelmeye çalışıyorum bir günlüğüne de olsa bir şeyler hazırlamak gerek.Sırt çantanı yüklenip yolcudur Abbas bağlasan durmaz demekle olmuyor bu iş.Eksiklerimi kontrol ediyorum ipod tamam şarkılar eh herhalde tamam dedik ya kağıt kalem tamam defter alıyorsun yanına şaşkın ve en önemli şey kıyafet…Hop dur bakalım işte orda işin o kısmı hazır değil henüz…Beni gören herkesin a sen değişmişsin demelerine sebep olan en önemli mevzu bu işte bunu atlamak olmaz tabi.Bir kot bir tişört bitti işte desem de iç sesimi susturamıyorum.Bir yere giderken en nefret ettiğim şey bu işte…

III
Değişim diyorduk değil mi insanın önemli kararlar alıp değişmesi için nedense hep birebir ilaç gibi gelmiştir yollar bana.Başını cama daya müziğini aç ve yol bitene kadar düşün.Bunu yaptığında kafanda bir çok şeyi çözdüğüne inananlardanım ben.Bu sefer değişim için yollara düşmeme gerek kalmadı ama değişimim fizik kendi çünkü.Öncelikle aynalarla barıştım gerisi geldi zaten şimdi gören herkes güzelleştiğimi söylüyor bana başka bir şehir yaramışmış …İçimde hiçbir zaman değişmemiş olan beni görseler ne derlerdi acaba….

IV

Notların sonuna gelirken anlayabiliyorum her şeyi anahtar kelimem bedenen değişen ama ruhen aynı ben…Bu yüzden doğduğum şehre gitmek lafı canımı acıtıyor hala.Oysa mutlu olmam gerekir birbirimizden habersiz aynı şehirde aynı havayı soluduğumuz için.Bunu kabullendiğimde canım acımıyor artık tam tersi seviniyorum.Evet doğduğum şehre gidip bir günümü orda geçirmeye geçmişimle yüzleşmeye kısacası yarına hazırım artık.Bana da yakışan bu değil mi zaten korkmadan gitmek nasılsa geliyorum görüşelim istersen dediğimde korkup kaçan birisi hep vardı…

9 Eylül 2009 Çarşamba

SEL BAŞKENTİ

İstanbul dün itibariyle sele teslim oldu ölü sayısı şimdilik 23 net ceset sayısı ise henüz bilinemiyor.Düşünün bir kere sabah evinizden çıkıyorsunuz akşam o eviniz yok yada gece yatıyorsunuz sabah kalkıp kalkamayacağınız belli değil.Sözün bittiği noktada tam burada başlıyor galiba insanların canının ucuzluğunu gördükçe hayatta kalabilmek için sel sularında çırpınanları gördükçe içim acıyor ve diyecek söz bulamıyorum.Felaketi ve olanları mantığıma daha yeni yeni anlatıyorken söylenecek ne sözüm olabilir ki acıyı paylaşmaktan başka…

Selin ardından gelen açıklamaları ise beynimin algılamasını sağlamam mümkün değil.Tipik yönetici anlayışı işte nedir efendim deprem bekliyorduk e ne oldu sel vurdu.Büyük köy muhtarının sözleri her şeyi ziyadesiyle açıklıyor zaten ne diyordu muhtar bu tablo İstanbul lu’nun tedbirsizliğinin sonucudur.Şimdi çok şey söylenir bu sözün üstüne de ben yine en hafifini söyleyeceğim.Sayın muhtarım evet halk tedbirsizdi peki uyaran var mıydı hayır neden e bu felaketi beklemiyorduk efendim peki ne bekliyordunuz deprem bekliyorduk…Biri bana açıklar mı sele hazırlıksız bir şehirde birde Allah korusun deprem olsa ne olur.Yada sel de bu kadar can pazarı yaşanırken depremi yaşasak ortaya ne tür bir manzara çıkar.Birde şu var tabi bilim adamları kıyamet için 2012 dediler ya rahatladı bizimkiler oh 2012 ye daha var.Hiç düşünende yok çok şükür kıyamet bu tarihte tamam ama ya öncesinde büyük bir felaket olursa.Ne olabilir bu felaket deprem tamam ona hazırız başka başka aklıma gelmiyor valla deyip koltuklarına kuruluyor çok şükür yöneticilerimiz.Sonrasını hepimiz görüp izliyoruz işte.Felaket bölgesine medya mensubu botlarla ulaşıyor bizim yetkililer yok ulaşamıyor.İşte sözün bittiği yer burası bizler bu durumdayız artık…Bazıları seviniyor 2010yılında kültür başkentimiz İstanbul diye.Bense manzaraya bakıp soruyorum kültür başkentimiz sel felaketinde bu durumdaysa kültür başkenti olmaya hazır mıdır değil midir.Cevabı zor değil bu sorunun az çok hepimiz biliyoruz başımızdaki ülkeyi yönettiklerini sananlar hariç tabi onlar ki hiçbir zaman duymuyorlar alt yapı hazır sorunda yok.Peki o halde yiten onca can insanların onca malı bunların hesabını kim verecek…

Beynimin olayları ancak algılamasıyla yine fazla sinir stres yapıp birer koyundan ibaret olduğumuzu yine unuttum sanırım affola.Gerçeği tekrar hatırlayalım isterseniz bizler koyunuz soru soramayız düşünemeyiz de sadece kendi günlük yaşantımıza bakmamız lazım ve hala yaşadığımız için o manzaranın içinde olmadığımız için şükretmemiz lazım…Böyle düşünenler yazının buradan sonrasını okumaya bilirler benim sözüm böyle düşünmeyip de üzülenlere ve İstanbul halkının acısını paylaşanlar için zaten biliyorum ve inanıyorum ki var sürüsünde ki koyunlara benzemeyip isyan edenler benim sözüm onlara ve felaketi içinde yaşayanlara zaten.Geçmiş olsun Türkiye her nerede yaşıyor ve acı bu selin acısını paylaşıyorsan ve unutmadan hepimiz İstanbulluyuz aslında itirazı olan…

2 Eylül 2009 Çarşamba

TERKEDEN

“Kimdi giden,
Kimdi kalangiden mi suçludur her zaman
Ne zaman başlar ayrılıklar
Dostluklar biter ne zaman”
Murathan Mungan

İki gündür yaşadıklarının özetini çıkar deseniz yukarda yazdığım dörtlükle başlardım ve susardım.Yukarda yazdığım dörtlük özetin fazlasıyla özeti oluyor çünkü.Aylardır görüşmediğiniz çok dil döktüğünüz ama suskunluğunu bir türlü kıramadığınız bir insan bir gün kendiliğinden konuşmaya başlayıp 24 saat geçmeden yeniden kendi suskunluğuna gömülürse tepkiniz ne olurdu.Sanırım ben biraz fazla sabırlı insanım hala dil döküyorum anlatması için.Bildiklerinizin canınızı acıtacağını bile bile gerçekleri duymak istemek nasıl bir şey bilen var mıdır aranızda .Ben artık bu duygunun nasıl bir şey olduğunu biliyorum.Terk eden giderken bana bu öğretiyi miras bıraktı çünkü birde düşüncelerimi.Oysa yemin etmiştim düşünmeyeceğim diye…

Aradan ne kadar zaman geçmiş olursa olsun haber aldığında canın hala aynı ateşte yanması buna sevgi deniyorsa eğer o ateşle yanalı yüzüncü günüm falan olmuştur şimdiye kadar…Birazda bilerek yanmak benimkisi gidenin suçu yok artık anlayabiliyorum bunu.Peki giden gitmişse neden geri döner neden yapar bunu geride bıraktığı insana.Artık sadece bu sorunun cevabının peşindeyim.Uykusuz kaldığım gecelerin sabahları bu sorunun cevabını veremiyor çünkü.Hani bir bilen olsa işte bu deyip huzura kavuşacağım belki yeniden.Ama şimdilik huzur çok uzaklardaki bir liman benim için.Yıllar önce dinlediğim bir şarkıyı yeniden keşfediyor gibiyim şimdi ve düşünüyorum da şarkıların değerini ve anlamlarını en çok böyle zamanlarda anlıyorum ben.Belki de bu yüzdendir benim için sözün bittiği yerde şarkılarının başlayışı.

Giden gidiyor sözler bitiyor yine .Ben yine bu gidişi seyrediyorum gidene dur diyecek kadar cesaretim yok çünkü ne olacak ki canım unuturum geçer.Unutsaydın arada geçen zamanda unuturdun kandırma kendini diyor içimdeki ses duymazdan geliyorum onu gidenin arkasından ne desen boştur çünkü hem giden suçlu değildir hiçbir zaman.O deneyen denerken yorulan ve bu yüzden gidendir .Sevemediği yada gittiği içinse gideni suçlayacak kanunsa daha icat edilmemiştir henüz.Yeter ki giden geri dönerse kalanın canı aynı yerden acımasın.Peki ya acırsa ne olur onun adı sevda olur yine ve ben biraz korkaklığımdan birazda sevilmediğim gerçeğini ezberlediğimden susarım.Söz bitip yerini müziğe bırakırken sabah olur herhangi bir şehirde.Ve ben herhangi bir şehrin sabahına uykulu bir gözle günaydın derim yeni umutlar ekerim yüreğime ya olursa diye.Şimdi söyle bakalım ey okur gerçekten giden mi suçludur her zaman yoksa gittiğini ve sevilmediğini bildiği halde umut eden kalanda da suç varmıdır…?